25 Eylül 2009

Bir Kuple Şiir Sevinci

Yayınlıycam diye söz vermiştim, ahan da buyrun;

Alnım ak yüreğim ferah
Kılı kırk yardım olmam fellah
Izdıraba teslim olmaz bu yüreğim
Nice yıllar iflah olmam billah

Adam olacak insan ben miydim
Kitaba saygı duyan sen miydin
Işıl ışıl bakan bu gözlerim
Neden soldu şimdi ey güzel


Beygiroğlan sana sevgim sonsuz...



21 Eylül 2009

Bu ısrar niye, NEDEN BU ÇABA MÜUZ?

İşte size Chinese Democracy'den sonra son zamanların en çok tartışılacak albümü; Muse - The Resistance! Lütfen önce şurayı okuyunuz;
http://www.pasifagresif.com/2009/09/muse-the-resistance/

Şimdi önce bu albümle ilgili son birkaç gündür yaşadığım olayları anlatmak istiyorum; hakkımda müzikten anlamadığıma dair dedikodular dönmüş hatta ve hatta buna ithafen adıma "hiçbirşeyibeğenmeyenadam.blogspot.com" şeklinde bir blog bile açılmak istenmiş. Bu beni "tedmosbyisajerk.com" dan daha fazla yaralayabilirdi. Neyse ki araya şeker bayramı girdi ve ben şeker gibi bir insanım, o arkadaşları da uzun zamandır tanıdığım için tatlı dille bir şekilde çözüm yoluna gittik (en azından ben öyle umuyorum).

Albümü bana öyle bir gazladılar ki; herhalde müziği topluca bırakıcaz da hep beraber heykele, çanağa çömleğe giricez dedim (Bizim arka bahçedeki toprak da killi, valla güzel yürürdüm oradan diye içimden keyifli keyifli gülmedim değil). Şimdi başladım dinlemeye bir yandan da bekliyorum bir şarkı gelsin de beni vursun. Şöyle bir baktım ki 5. şarkıya gelmişiz, albüm mır mır gidiyor. "Bu nasıl iş lan, AKP desteği ile mi çıktı bu albüm?" diye bir an düşündüm. Şakşakçı çok, vaat çok ama icraat yok. Neyse bitirdim albümü; 1 gün ara verdim bir kez daha dinlemek için. Bu arada başta Deniz Can arkadaşımla da konuşuyoruz; "Canım bu albümün 1 numara büyüğü yok mu, bu beni belden biraz sıktı da?" diye didikliyorum kardeşimi. D.C.K. da sürekli albüme bir şans daha vermemi, albüm dinledikçe belden çok fazla olmasa da bacaklardan esneyeceğini söyleyip durdu. "Seni mi kırıcam Deniz Can Karaca!" dedim ve bir kez daha dinledim. Sonuç gene aynı oldu benim için.























Sen çal Barış Abi'den enstrümanı sonra kaşırsın tabii o kafayı kerkenez!


Bence, albüm kötü değil kesinlikle ama bana o kadar da abartılacak bir albüm gibi gelmedi. Hatta ben Deniz Can'a birçok konuda katılıyorum. Albümde ortak dilde "catchy" bizim köyde "keçi" diye tabir ettiğimiz, ilk dinleyişte vuran ve alıp götüren şarkı yok benim için. Ha beğendiğim şarkıları da sayıyim ama; Resistance, Guiding Light, MK Ultra, I belong to you a.k.a. mon suvar bebişim. Senfonik olayları zaten sevmem, DT yaptı zamanında sevmedim, PoS da yaptı yediremediler, Muse öpse gene yemem. Ama ben Muse albümü dinlerken kendimi yerden yere vurmak isterim. Bana tekme tokat girsin isterim. Taksimde elin adamı çalsın daha doğrusu çalamasın da ben güliyim isterim. Bana zor anlar yaşatsın. Albümü dinleyince canım sıkılsın. Benim perim bu işi yapsın. Ben buna razıyım. Ben istemiyorum ki progresif ilerleme, müziksel ereksiyon, albümsel genişleme falan. Bugün yarın The Resistance: 2015 Then and Back Again diye albümle gelmesin bana ya...

Son söz; albüm keyifle dinlenir, ama bence epik bir albüm değil, yıkım albüm hiç değil ama böyle giderse bence Muse bu kafayla DT; The Falldown durumuna da gelebilir. Benden söylemesi...

PS: O iş konuşulur Deniz CAN! KONUŞULUR!

14 Eylül 2009

Eylül, ver bana ayarı!

Büyüleyici, uyumlu, dengesiz, duygusal, zarif, diplomatik, güçlü bir adalet duygusu, artistik yetenek, kararsız, yalnızlığı sevmez, iyi kalpli, arkadaş canlısı... Bunlar masamın üzerinde duran burç kupamın üzerinde yazan özellikler. Evet ben bir teraziyim ve yukarıda yazanlara baktığımda görüyorum ki; ben ağır bir teraziyim! Genelde eylül ayı başakların ayıdır ama benim umrumda değil, eylül ayı benim ayım, eylül mevsimi benim mevsimim, eylül hali benim ruh halim...

Eylülde bana hep bir haller olur. Güzün başlamasından dolayı mı, yoksa geçiş ayı olmasından mıdır bilinmez ama yazın o sıcaklığından kurtulup, çok hafif yağmurlu, bol rüzgarlı ama her daim güneşli geçmesini ümit ettiğim eylül ayına girdiğimde kendimi çok enteresan duygulara teslim ediyorum. Her eylül ayı sanki benim için yeni bir başlangıç ya da bir bitişi haber ediyor. Hayatıma şöyle bir dönüp baktığımda, eylül ayında yaşadıklarımı gözümün önüne getiriyorum ve böyle hissetmemde ne kadar haklı olduğumu bir kez daha anlıyorum.

Aslında eylül 30 çekse de benim eylülüm 12 çeker. Benim için eylül ayı 14-25 arasıdır. Ben eylülümü bu günler arasında yaşamayı severim. Yağmur olmasın, olacaksa da ben dışarıda olmıyim, bol bol güneş olsun ama bir yandan da rüzgar hafif hafif essin, hiç terletmeden, sadece yüzümde o ılıklığı hissediyim, rüzgar sadece dudaklarımı kurutacak kadar essin...

Dedim ya; hep bir beklentiye giriyorum bu dönemde. Hep bir şeye başlayacak ya da birşeyleri bitirecekmiş gibi hissediyorum. Sanki birisiyle beraber olacakmış ya da ayrılacakmış olmanın vereceği tatlı bir melankoli sarıyor vücudumu. Saçma saçma şeylerden anlamlar çıkarmaya çalışıp, hep olanları birşeylere yormaya çaba gösteriyorum istemeden. Bünye bu işte, her yediği yaramıyor.

Bir de doğum günü vak'ası var tabi. Doğum günüm benim eylülün sonunda olduğu için beklentiler de bende had safhaya tırmanıyor tabii. Sanki bana doğum günümde bakanlık verecekler ya da dünyayı kurtaracakmışım gibi bir his uyanıyor. Gerçi herkes kendi doğum gününde bir şekilde beklentiye girer. Aramasını beklemediğin bir insanın seni aramasını istemen ya da uzun zamandır almak istediğin şeyin sana hediye olarak verilmesi gibi şeyler herkesin doğum gününde olmasını istediği ve beklediği okazyonlardır. Ben zaten bu dönemde gayet ayar bir durumda takıldığımdan dolayı bir de böyle normal beklentiler üst üste gelince, japon çizgi film kahramanı gibi oradan oraya atılmak istiyor bünye.

Ne salakça di mi...

11 Eylül 2009

Biz Ayrılamayız JoJo!


















Scarlet Johansson şu an kocasından ayrılıp "gel" desin, işi gücü bırakır, malı mülkü satar giderim, NET! Beraber albüm yapalım desin, yemin ediyorum o sesi stüdyoda bir kere duysam bana yeter, ağlamaktan gitarı elime alamam. Pete baba benden baskın çıkmış!


Tom Waits'e olan hayranlığından dayanamayıp 10 şarkılık cover bir albüm çıkaran Scarlett Johansson a.k.a JoJo ( beraber olsaydık açıkcası ben ona böyle hitap etmek isterdim) şimdi de indie-folk'un yetenekli müzisyeni Pete Yorn'un kanatları altında, adına ve piyasaya çıkma zamanına ( Eylül ayı sebebiyle - merak etmeyin bir sonraki yazımda oraya da gelicem - ) uygun bir albüm yapmışlar;

"The Break Up Album"

Albümü dinlediğinizde kesinlikle ilk dikkatinizi çeken şey; JoJo'nun o ılık sesinin size ayrılık öncesinde ve sonrasında nasıl hissettiğinizi birebir şekilde hatırlamanız olacaktır. Önce kendi kendine verilen "güçlü olucam, yıkılmıycam" sözleri sonra nasıl "arasam telefonu açar mı?, acaba şimdi napıyodur?" tedirginliğine düşüyorsa, aklınıza bu albüm gelsin artık. Şahsen ben bu albümü; JoJo'nun benden ayrıldığını ve ardından bu albümü çıkardığını hayal ederek dinliyorum. Tabi içimden de "vay şerefsiz Pete, kaptı ördeği!" diye geçiriyorum.


İşin duygusal kısmını bir yana bırakırsak; albüm oldukça sürükleyici bir sounda sahip. Ard arda sıkılmadan dinleyebileceğiniz, yormayan, sıkmayan bir konseptte. Güzel bir yol albümü bile olabilir tabi arabayı siz kullanmıyorsanız:-) Pete Yorn'un müzikalitesini rahatlıkla ayırd edebiliyorsunuz. Akustik gitarın gövdesini, banjonun iç gıcıklayıcı tellerini elinizle koymuş gibi bulabilirsiniz. Pete Yorn gerçekten yetenekli bir songwriter. Son yıllarda öne çıkmış american-folk kültürünün öncülerinden bile sayılabilir. Albümün orkestrasyonu da başarılı. Bütün enstrümanlar dolu dolu geliyor. Onca şeyin üstüne bir de JoJo'nun o iç burkan vokali gelince albüm resmen sakata bağlıyor.















Son söz olarak, istediğiniz şey eylül ayının hüznü ve kalp kıracak bir albüm ise, artık ikisine de sahipsiniz demektir. Yalnız şunu da söylemem gerekir ki; kendine güvenen dinlesin bu albümü, her bünye kaldıramayabilir.

Bir çift laf de JoJo'ma; biz ayrılamayız biliyorsun bunu di mi?

Kilit Şarkılar:

Wear and Tear:
The Shins tadında, Belle and Sebastian sıcaklığında bir şarkı.
I Don't Know What to Do:
Şarkı bir anda çok güzel açılıyor, JoJo'nun girdiği yer yıkım.
Blackie's Dead
: Ayrılığın ilk anındaki o hafiflik ile gelen koşma ve dans etme gazını alan parça.

Albümü buradan dinleyebilirsiniz.

8 Eylül 2009

Tut Elimi Akçay!





























Enteresan bir şekilde tanıştım Akçay'la. Hayatımda kendimi en yalnız hissettiğim zamanların birinde kucaklamıştı beni. Üstelik kendim için de gitmemiştim. Sadece bir tesadüftü tanışmamız. Kadere inanmak gerekirmiş demek.
Kışın; tuhaf bir şekilde Akçay'ın soğuğu insanın içini ısıtır. Montunuzu, berenizi, eldiveninizi kuşanırsınız sabah dışarı çıkarken. Ama o güneşi gördüğünüzde birden içiniz sıcacık bir hisle dolar. Sanki o kadar acıyı, sıkıntıyı çekmemiş gibi hissedersiniz bir anda. Sanki size birileri acımış ya da halinizden anlamış gibi davranıyordur. Öğleye doğru güneş iyice formuna girer. Üstünüzdekileri birer birer çıkarırsınız. Artık güneş dosttan ziyade kaprisli bir kızmış gibi terletir sizi. Akşamüstü gene dostluğunu gösterir. "Üşüme giy üstünü" dercesine soğutur havayı ve gene sarılırsınız o yünlü giysilerinize. Geceleri yürürken bomboş sokaklarda; kulağınızda en can yakan sözlere sahip şarkılarınız, elleriniz cebinizde hayatınızın geride kalan yıllarını sorgularken sürekli "bundan sonra ne olacak?" diye düşünürsünüz. Belki de ilk defa yalnızlık bu kadar hoşunuza gitmiştir.
Dedim ya kadere inanmak gerekirmiş diye. İnsanın başına aynı şey iki kere gelir de, hayat sizi aynı yere iki kere göndermez mi... Beni göndermişti işte. Aynı eski duygular, aynı eski yalnızlık hissi, aynı eski Akçay. Yine ben geldim gördün mü; eski dostun...
Akçay'ı hep kışın yaşamıştım, peki acaba en sevdiğim mevsimin en sevdiğim ayında nasıldı Akçay bunu çok merak ediyordum. Bu sefer kendi sebeplerim için gittim. Her zamankinden çok daha güzel geldi. Pırıl pırıl havada sahilde yürürken ellerinizi açıp parmaklarınızın arasından esen rüzgarı hissetmek, güneşin; geriye dönüp baktığınızda o zor günlerde nasıl bir dost gibi davrandığını hatırlamak, Eylül ayında yaprakların etrafta uçuştuğunu görmenin melankolisini hissetmeden sokaklarda yürümek şu aralar ihtiyacım olan şeymiş meğer.
Sen bana hep bir dost gibi davrandın Akçay, söz veriyorum seni hayatım boyunca seveceğim, sen yeter ki elimden tutmaya devam et...