29 Temmuz 2009

Yıkılmayan Adam























Kendini Körfez'de bulabilir misin? Karı kız adına kendini yakan apaçinin et kokusunu duyabilir misin? Sahillerde yüzen gençlerin slip mayolarını giyebilir misin? Fink'deki değdiriş savaşçısı gerillaların gömleklerini kuşanabilir misin? Beni barış içinde, çıkar düşünmeden s..ebilir misin?

Bodrum, yenilmedim sana. Yıkılmadım, yıkılmayacağım...

14 Temmuz 2009

Sofia'nın seçimi ben olayım...

Bırak beyaz ekranı gel Kolombiya'ya yurduna dönelim, bir göz taş evimiz olur, verandasına çiçekler ekeriz, tavuk tavşanı doldururum kümese, domates biber eker menemen yaparım sana, he de be Sofia, he de gidelim buralardan, hadi be kara çiçeğim... Yap bu güzelliği kendine hadi!

Çekip çıkarıyim seni o Hollywood kargaşasından, sığın benim sakin limanıma, o hayat seni er geç bozacak görücen, sonra kapıma gelcen "tut kolumdan götür, bırak menemeni bir kuru ekmeğe razıyım" desen bile açmam kapımı, açmam oh bebeğim...

Hayatı bay geçmek...

Çoğunluğunun aksine şansa inanmam. Benim için şans; insanın kendi çabalarıyla yarattığı ya da çaba göstermeden alın yazısı ile olan olayların batıl inanca dayalı açıklamasıdır. Kaderimizde olması gereken birşey zaten olacaktır. Neden olması için araya sözde bir faktör daha sokma çabasına girilir ki? Bence Allah, herbirimize ayrı ayrı dağıtmıyor ki şans denilen şeyi, yaradılışta insanlara spesifik özellikler vermesinin yanında, her insana özgü ekstra özellikler veriyor. Ama bence bu özellikler herkeste eşit oranda dağıtılmış. Allah bir yerden alır bir yerden verir derler ya hani. Kiminde fizik güzelliği, kiminde ruh güzelliği, kiminde fiziki yetenekler kiminde ise ruhani yetenekler diğerlerinden fazladır. Fakat bu yetenekler bize; kendi kendimizi geliştirmek için verilmiştir. Biz de bu özelliklerimizi kullanarak insanları anlamayı, onlarla iletişim kurmayı ve onlarla beraber uyum içinde yaşamayı geliştirmemiz lazım. Ya hakkaten şans denilen şey varsa ve bizde eksikse, biz de bazı şeyleri hakedip de sahip olamıyorsak? O zaman naapçaz peki...?

11 Temmuz 2009

Once












Filmi güzel, soundtracki daha güzel bir sanat eseri. Film; "Yanlış zaman, doğru insan" teması üzerine kurulmuş gibi gözükse de bana kalırsa daha önemli mesajlar gönderiyor. Bence bu film bize; müziğin bir insanın hayatını nasıl değiştirebileceğini, hiçbir zaman çok geç olmadığını ve sonradan pişman olmamak için hiçbir şeyi ertelememek gerektiğini, her zaman daha "doğru" birisiyle karşılaşılabileceğini ve en önemlisi iki bambaşka insanın bir şekilde "tek" olabileceğini avaz avaz bağırıyor. Favori şarkılarım "Falling Slowly" ve "When Your Minds Made Up" . İzleyin, izlettirin...

9 Temmuz 2009

Matter of Choice...

Herkes mutlu olmak ister di mi? Dev yalan! Mutlu olmak bir tercih meselesidir, mutlu olmak isteyen insan mutlu olur arkadaşım. Çünkü herkesin mutlu olma yönündeki tercihleri bellidir. Hayattaki tercihlerini bu yönde yaparsan mutlu olursun. Sevdiğin işi yaparsan, sevdiğin insanlarla beraber olursan, yapmaktan hoşlandığın şeylere zaman ayırırsan olay biter. Çok basit birkaç örnek vericem; insanın etrafında ona dert veren, sıkıntı aşılayan, kaşıntı yapan arkadaşları olursa, insan sürekli o arkadaşların dertleri tasaları ile uğraşmaktan kendi hayatına yön veremezse o insan mutlu olabilir mi? Olamaz... Sürekli o arkadaşın sıkıntılarını dinlemekten ondan farkı kalmaz. Öyle arkadaşlar zaten sizin de fazla mutlu olmanızı istemeyebilirler. "Bu neden benden daha mutlu olsun? " diye içten içe kendilerini yerler. Ya o insana ne olursa olsun yardım elini uzatıp kendi mutluluğunuzdan ödün vereceksiniz ya da napıcacaksınız, salıvericeksiniz küçük enişteyi gidicek! Bu bir tercihtir işte...

Bi de bunun sevgili versiyonu var mesela; bazı insanlar nerede sorunlu, sıkıntılı, dertli,
arıza karşı cins varsa ona tutulurlar. Onun böyle sorunlu hallerini severler, sıkıntılı triplerine takılırlar, hatta daha ileri gidip bir süper kahraman gibi onu bu hayattan çekip çıkarmaya çalışırlar. O insanın tripleri, sıkıntıları, kişilik sorunları yüzlerine vurdukları zaman da "ya nerede arıza var hep beni buluyor" diye işin içinden sıyrılmaya çalışırlar. Olmaaaazzz! O insanı SEN buldun, o tercihi SEN yaptın bebişim, o insan artık senin sorumluluğunda. Ya o insana kol kanat gerip sıkıntılarına ortak olacaksın ya da bas gaza yavrum bas gaza! İşte bu bir tercihtir, hangisiyle mutlu olacağın sana kalmıştır.

Gençler! Herkes tercihlerinin arkasında dursun!

5 Temmuz 2009

O seni sevmiyor olabilir ama ben...
















Şu aralar kız arkadaşınız yoksa ve platonik olarak birine kapılmak istiyorsanız işte size açık adres: Jenny Lewis. O nasıl bir duruluk, o nasıl bir naiflik aman Yarabbi! Bu güzellikte bir kızın bi de 10 yaşından beri onlarca gençlik filmi ve dizide oynadığını, bunlarla da yetinmeyip grup kurduğunu, müzik bestelediğini, şarkı söylediğini, özür dilerim rüzgar gibi kulağınıza fısıldadığını düşünün. Bu sıcaklarda tek istediğimiz sey
azıcık esinti diyorsanız ahan da size yaz meltemi gibi müzik... Başarıyı yakaladığı Rilo Kiley grubu ile yetinmeyip farklı projelerde yer alan ve şimdi de solo kariyeri ile müzik hayatına devam eden bu güzellik; "indie rock" dediğimiz yeni akıma olan katkısını kusursuz yapıyor.

Dikkat edilecek Albümler 1.: Rilo Kiley - More Adventurous

"Does he love you?" gibi yıkım bir şarkıya sahip bu albümde "It's a Hit, Accidntel Deth, Ripchord, It just is" gibi hitler mevcut. Bence albümün underground hiti "Portions for Foxes" . Her türlü ruh haline gidebilecek bir albüm.

Dikkat edilecek Albümler 2.: Jenny Lewis - Acid Tongue

Alışılmış Rilo Kiley müziğine göre daha yumuşak, daha country-folk ama duruş, tavır ve ruh hali olarak daha ağır bir albüm bu. "Pretty Bird, Black Sand, See Fernando", Carpetbaggers " vurucu şarkılar. Ama benim favorim: "Bad Man's World" .

1 Temmuz 2009

Neden "Neden" ?

Film seyretmeyi gerçekten çok seviyorum. Bunun birçok nedeni var: Herşeyden önce bence kesinlikle zaman kaybı değil. Keyifli zaman geçiriyorsunuz, her farklı film dünyaya bakış açınızı geliştiriyor ve herşeyden önemlisi, İÇİNDE HAYATA DAİR ÇOK FAZLA SAYIDA ÖZLÜ SÖZLER BULABİLİYORSUNUZ! Beni tanıyanlar bilir; özlü, felsefi derinliği olan sözleri çok severim. Ne konuşulsa konuşulsun hemen bir tane şöyle güzellerinden yapıştırırım lafın arasında. Bazıları benim böyle davranmamı ya da bu kadar özlü sözler kullanmamı sevmiyorlar ama umrumda değil:=)
Yukarıdaki sözü şu ana kadar 2 kez duydum. “The Matrix Reloaded” filmine ilk gidişimde bu cümleyi pek önemsememiştim. Ama gerek filmin ilerleyen karelerinde gerekse kafamın içindeki yoğun düşünce akımında bu cümleyi çözdüğümde anlamının ne kadar yoğun olduğunu anlamıştım.Bu sebeptendir ki 2. kez duyduğumda tüylerim diken diken olmuştu. Merovingian adındaki matrix içinde bulunan değerli şeyleri korumakla yükümlü eski bir program, sebep ve sonuç arasındaki ince ama herşeyden kuvvetli bağı bu cümleyle özetlemişti.A caba bu kadar basit bir cümle nasıl bu kadar “karmaşık” olabilir?? İçinde hiç birşey barındırmıyormuş gibi duran bu kelime grubu aslında benim yıllar boyunca kafa yorduğum birçok tezime karşılık geliyormuş da haberim yokmuş...
“Neden böle davranıyorsun? ” , “Bu lafı niçin söledin şimdi? ” ve en bombası: “Seni anlamıyorum, bütün bunların sebebi ne?”. İnsan, hayatında bu ve bunun gibi laflardan hiçbirini duymamışsa ya da kullanmamışsa, ya yalan söylüyordur ya da çoktan ölmüştür de gömeni yoktur. İnsan her zaman bir sebep arar. Bize mantıklı gelecek, bizi ikna edecek, içimizi rahatlatacak bir sebep. Sanki o sebebi bulduğumuzda istediğimiz şekilde davranabileceğimizi düşündüren, sonucunun önemi olmayan, “benim sebebim var sana ne” dedirtebilecek kadar sağlam bir sebep. Geldik kopma noktasına: E peki acaba bu sebebi üretmemiz için bir sebep var mı yoksa kafadan mı uyduruyoruz , durup dururken bir andan kafamızda mı beliriyor bu sebep? Tabi ki hayır. Bence bunun için en mantıklı açıklama “nedensellik”. Herşeyin bir sebep ve sonucu vardır... Yani şöle özetlersek; bulduğumuz sebep aslında geçmişte olan ve üstümüzde hala etkisi kalan bir olayın sonucu ve biz bu sonucu sebep olarak görüp başka bi sonuç ortaya çıkartıyoruz. Sebebi düşünmeden... Bunlar hep birbiri ardına sonu belli olmayan zincirleme reaksiyonlar. Başı belli değil gibi gözükse de bence de bence başı belli...Hani bir laf vardır “kendimi bildim bileli” işte o laf bizim başlangıç noktamız. Kendinizi kaç yaşından beri bilirsiniz?
Bu ne demek diye düşünenler için bir açıklama yapayim hemen. Ben mesela kendimi 4 yaşımdan beri bilirim. Yani hayatımda olanları 4 yaşımdan itibaren hatırlıyorum. Bu da demektir ki 4 yaşımdan itibaren olaylar benim mental olarak gelişmeme ya da olaylara sebep bulmama yarıyor. Şimdi daha açık oldu sanırım. Ben insanların anlamadığı şekilde davranıyorsam demektir ki 4 ile şu andaki yaşım arasındaki birşeyler böyle davranmama sebep olmuştur diye düşünürüm. Kimse kafasından durup dururken bir sebep bulmaz. O sebep zaten vardır ama sen onun farkına varamazsın sadece köşeye sıkışınca onu serbest bırakırsın ve o anda kelimeler ağzından çıkıverir ya da kendini bir anda değişik bir hareket içinde buluverirsin. Bunu neden yaptığını düşünmeden, daha önce başka olayın sonucu olan sebebini söylersin ya da ben böyleyim diyip işin içinden çıkarsın. Bence burada önemli olan 2.’yi yapmamak, 1.’yi de neden yaptığını düşünüp başka bir olayın sonucu olan olayın asıl sebebini bulmaya çalışmak ve imkanı varsa onu değiştirebilmektir. Her insan çocukluğunda kötü dönemler geçirmiş olabilir ve çocuklukta baştan geçen kötü olaylar kolay kolay unutulmaz, her seferinde insan beynini uyarır. İşte bu uyarma potansiyel bir sebep üretimidir. Aile içi sorunlar, sevgi ve şefkat eksikliği, maddi zorluklar, dış dünyayla kopukluk vs. gibi birçok olaylar; ileride insanlar tarafından anlaşılamayacak sorunlar daha doğrusu “ sebepler ” ortaya çıkarabilir. Dediğim gibi önemli olan bunlardan kaçıp sebeplere sığınmak değil, bunlarla yüzleşip , bu olayların gerçek sebebini bulup, eldeki imkanlarla bunları çözmeye çalışmak olmadı şu an üstümüzde bulunan ağırlığını hafifletmektir.
Olayı direk psikologlar gibi çocukluğa bağlamak klişe oldu tabi. Fakat demin yukarıda da belirttiğim gibi; çocuklukta baştan geçen kötü olaylar gerçekten de kolay kolay unutulmuyor ve her ters davranış için – ki burada davranış, karşınızdaki insanlara ters gelir, kendini bilmeyen, kendi muhakemesini yapamayan, kendini dışarıdan, objektif dünyadan göremeyen insan için o davranışın ters bir yanı yoktur hatta ona sorsanız gayet düzdür – mükemmel bir sebeptir. Yaş ilerledikçe; beynin düşünebilme, karşılaştırma gibi özellikleri geliştikçe, kendi kendine yanlış yapmış olmayı kabul edebilme potansiyeli artan insan zaten yapmış olduğu davranış ya da söylemiş olduğu sözlerin neresi ters neresi düz 1-2 kere akıl süzgecinden geçirirse anlayabilecek kapasitededir.
Her zaman şunu savunmuşumdur. Doğru, yanlış, iyi, kötü kavramları göreceli olduğu için kimse bunların gerçekliğini savunmamalıdır. Düşünün; size göre iyi ya da doğru gelen şey başkasına göre kötü yada yanlış gelince ne yaparsınız? Ya onu kabul ettirmeye çalışırsınız, ya sen yanlış düşünüyorsunuz dersiniz ya da ben böyle düşünüyorum der konuyu kapatırsınız. İşte bence yapılması gereken kendi düşünceniz olduğunu belirtmektir. Doğru yada yanlışın, iyinin ya da kötünün % 100 kesinliği kabul edilebilir mi? Bir konu üzerine anket yapsanız, 99 kişi aynı fikirde olsa, o 1 kişi farklı fikirde olduğu için o konunun bilimsel olarak kesin doğruluğu kabul edilemez. Diyelim ki bir davranışta bulundunuz ve bu davranış karşınızdaki herhangi bir insanın iyiliği için yaptığınızı düşünüyorsunuz ve bu hareket size doğru geliyor, fakat o insana zarar verdiniz ve o insan yaptığınız şeyin kötü ve yapılan hareketin de yanlış olduğunu düşünüyor. Bu olayda gerçek doğru var mı? Bence var. Bu olayda gerçek doğru nedensellik. Yapılan şeyin bir sebebi ve bir sonucu olduğu her iki kişi tarafından da kabul edilir. Ama sebebin ve sonucun ne olduğu tartışılır. Siz bir sebebiniz olduğu için o davranış içine girdiniz ve bir sonucu olacağını da biliyordunuz, karşı taraf da bir sebep ve bir sonuç olacağını biliyor ama sizin sebebiniz karşınızdakinin de sonucu size anlamlı gelmeyince ortaya anlaşmazlık çıkar. Zaten sebep ve sonuç her iki insan tarafından anlaşılırsa ve bilinirse sorun olmaz. Sorun anlaşılmayan sebepler ve getirdiklerinde yatar.
Kendim için çıkardığım sonuç şudur: Kesin bir iyi ya da kötü yoktur, gerçek bir doğru ya da yanlış da yoktur. Gerçek doğru, bir sebebin ve onun getireceği bir sonucun olmasıdır. Herkesin kendi doğruları ve yanlışları, iyileri ve kötüleri vardır, o yüzden kimseye fikirlerinizi dayatmayın sadece açıklamaya çalışın, bırakın karşınızdaki insan kendi başına karar versin, onun da düşüncelerine saygı gösterin ki o da sizinkilere göstersin. İnsanlar bazen anlaşılmaz, geçinilemez hale gelebilir ama siz onların yaşadığı şeylerin tamamıyla aynısını yaşamadığınız için sadece tahmin yürütür ve buna göre hareket edersiniz. Ve sonuçta karşınızdakini istemediğiniz halde kırabilirsiniz. O insanın bir sebebi vardır, bırakın o sebebin kaynağını kendisi keşfetsin, kendisini düzeltmesine yenilemesine izin vermelisiniz, aksi taktirde sevdiğiniz, değer verdiğiniz insanlarla sürekli olarak bir münakaşe halinde olursunuz, onları kaybetmekle yüz yüze gelirsiniz ve bu da çok zor olmaz. İnsan gerçekten değer verdiği nimetleri kaybetmek istemez di mi....