9 Eylül 2010

Hasat Zamanı

En sevdiğim mevsimin, en güzel ayın çoğunu ülkemden uzak geçirmek bana biraz koysa da; kendi kendimi anlamak için sürdürdüğüm açılım sürecine ait nadas sona eriyor artık. Ne ektim, ne biçeceğim, nereden geldim nerelere gideceğim aşağı yukarı hepsi önümüzdeki günlerde bana yol, su, elektrik olarak geri dönecek.


Bu zaman zarfında bana destek olan ve olumlu/ olumsuz fikir veren herkese teşekkür ediyorum, hep demişimdir; "herkesin çok mutlu olması gereken bir zaman dilimi elbet vardır" diye, umarım benim de sıram artık gelmiştir.

May the force be with me canlar...

21 Temmuz 2010

İcraatın İçinden...


Kırdım mı incittim mi birilerini?
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler.
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi...

M.M.


Açılımın üzerinden daha 1 sene geçmedi ancak bu şiiri okuyunca bir ara değerlendirme yapmayı kendime görev bildim. Elimde kalem, arka planda Türk bayrağı yok ama viski kadehi ve fonda Jeff Buckley şimdilik işimizi görür.


Askerden döndüğümde bazı değişikliklerin farkındaydım ama dışarıdan daha bir farkedilir oluyormuş ki yarı şaka yarı ciddi “sen çok değiştin” diye tezahüratlar yükseldi etrafımda. Belki de askeriyedeki aşırı mantıksızlık, bendeki logic switchini istemeden de olsa 0 ve 1 dışındaki başka devreleri ittirmeme neden olmuştu. Anladım ki; aslında benim açılımım o zaman başlamış da ben uyanmamışım. Şimdi bunu daha iyi anlıyorum. Peki hoşuma gidiyor mu, kesinlikle...


Gerçekten değişiyor muyum emin değilim, belki de sadece kendi etrafımda dönüyorumdur ama hissettiğim şeyler aynı değil buna eminim. Eskiden daha kesin, daha köşeli, daha sertti tavırlarım. Kendimi yontmaya (odunation or kerestetion) gerek görmez, alayına giderdim. (bkz. "The Gaddar") Şimdilerde ise daha bir yapıcı olmaya, bana değer verdiğinden emin olduğum insanları daha çok anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorum. Onları eleştirirken köşeleri daha yumuşak geçmeye gayret gösteriyorum. Herhangi bir olay, durum ya da kişi karşısında önce eski ben olsam ne yapardı diye düşünüp, sonra ya daha yumuşak bir geçiş ya da eski benin yapacağının tam tersini yapmaya çabalıyorum. Bu kadar çok düşünmek başlarda gerçekten yorucu oluyordu çünkü varolan sistem zaten fazla düşünmeme üzerine kurulduğu için kendi içinde bir çelişki varmış gibi gözüküyordu ama sonraları yavaş yavaş alışmaya başladım ve son zamanlarda eğlenceli bile gelmeye başladı. Aslında bu geri geri koşmak gibi birşey, Allahtan geri geri iyi koşarım, tabii bileğim burkulmadığı zamanlarda...


Bir de kolaydan başladığımı sanmıştım, halbuki çok pis yanılmışım; ne kadar zormuş birinin gözlerine baka baka açılımın özünü anlatmak, ona karşı hissettiklerini açıklamak. Belki karşındaki insanın ne düşündüğünü az çok kestirebiliyorsun ama yine de bir yanılma payı mevcut. İşte oradaki kilit nokta; o dakikadan sonra kaybedecek birşeyin olmadığının farkına varmak ve denememiş olmamın pişmanlığını bir kenara atmak. Kaybettiğini düşündüğün bir insanı 2. defa kaybedemezsin, ya kaybetmemişsindir ve/ veya kaybedilmemeyi bekliyordur ya da zaten atı almış, izmir kum pistte 1500 m'yi koşuyordur. Önemli olan o çabayı ve gayreti göstermek, gerisi tamamen ona kalıyor...


Uzun lafın kısası; şimdilik halimden memnunum, insanın kendine ait farklı yönlerini keşfetmesi bazen korkutucu olabiliyor. Her ne kadar yolda ufak tefek taşlar olsa da amortisörlerimin olduğunu bilmek hoşuma gidiyor, herşey gittiği yere kadar demişler ya aynen öyle işte; herşey olacağına varır..

1 Mayıs 2010

Everybody's Gotta Learn Sometime...

Hani derler ya "öğrenmenin yaşı yoktur" diye, bu laf yeri geldiğinde yarı şaka yarı ciddi olarak sürekli söylenir. Gerçi bunu bilmek ayrı bir şey, anlamak ise paha biçilemez... Ama insan bunu 29 yaşında öğrenince biraz gücüne gidebiliyor.

Olaylar ve insanlar karşısında; kafamız ve vicdanımız rahat olsun, içimizde ukte kalmasın diye, kendimiz ve insanlığın selameti için hep o an doğru olduğuna inandığımız şeyleri yaptığımızı düşünürüz. Ancak gün gelir, herşeyin üzerinden belirli bir zaman geçince ve/ veya biri bizi uyandırınca bazen döner bakarız ki; yapmış olduğumuz şeyler biz anlamadan içimizde kırıntılar bırakmıştır. Buna pişmanlık denmez bence, çünkü pişman olabilmek için düşünmeden ve ukte kalacak şekilde davranmış olmamız lazım. Bunun adı olsa olsa "aydınlanmaktır". İşte o zaman hala öğrenmemiz gereken şeyler olduğunu anlarız ve hemen o telaşla kırıntıları takip etmek isteriz. Ama o telaş korkuyu da beraberinde getirir. Acele etmekten, treni kaçırmış olmaktan ya da en basiti; şimdi ne yapacağımızı gerçekten bilememekten korkarız. Çünkü daha önce doğru olduğuna inandığımız şeyi yapıp buraya geldiysek, artık neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ve buradan sonra nereye gideceğimizi bilememek insanı tedirginliğe sürükler. Bence böyle zamanlar için bile bir doğru vardır; o an hiç bir şey yapmamak, en azından şimdilik...

İnsan çok fazla düşününce herşeyin içinden çıkabileceğini sanıyor ama bazen hiç de öyle olmuyor. Tamam; düşünmek ve kalıcı sağlam fikirlere sahip olmak güzel bir özellik belki ama bazı zamanlarda çok düşünmek; mevcut durumu işin içinden çıkılmaz bir hale getirebiliyor. İşte o anlarda durumu iyi analiz etmek, karşımızdakine kendi düşünce ve fikirlerimizi doğru tanımlamak ve ifade etmek gerekiyor. Gerisi zaten bir şekilde ilerliyor. Çok düşünmeden, kasmadan...

İlişkilerimizde hata yapmaktan korkmamak ve çok katı olmamak lazım. Hayat her zaman siyah ve beyazlardan ibaret olmayabilir. Griyi ve hatta tonlarını da görmeye çalışmak, daha ılımlı bir insan olmaya çabalamak belki de bizi daha mutlu kılabilir. Herkesin hataları olabileceğini, hatta en "mükemmel" gözüken insanların bile hata yapabileceğini anlamak gerek. Burada önemli olan şey bence; daha önceden de birçok kez ifade etmiş olduğum üzere "hatayı anlamak ve tekrarlamamak." Ama burada çok ince birkaç detay var ve bunları iyi analiz etmek lazım;

-Hata yapan insanın niyetinden emin olmak ya da bir başka deyişle o insanı tanımak, ne yapıp yapmadığını değil de gerçekten ne düşündüğünü bilmek,
-Bunun hata mı yoksa karakter özelliği mi olduğunu anlamak. Hata ise bundan ders çıkarıp, bir kez daha yapmayacağını düşünüp affedebilmek. Eğer karakter ise zaten her seferinde aynı hatayı yapacaktır ki; bu artık hata sayılmaz, o insana hatalısın demek bile doğru değildir, bence o insanın kendisidir, o insanı öyle kabul etmek lazım, ya da etmemek...

Yukarıda yazdıklarım bir aydınlanma sonucu ortaya çıkmış olup, özelden genele doğru uzanan bir olaylar ve insanlar silsilesini kapsamaktadır. Ama konuyu bir sonuca bağlamak istersek;

-Hepimizin birbirimizden ve hayattan hala öğreneceği çok şeyi var, kimseyi az ya da çok biliyor diye eleştirmeyelim.
-Her zaman doğru olduğuna inandığımız şeyleri yapmaya çalışalım, üzerine çok fazla düşünmeden, fazla sorgulamadan ama yanlış yapmaktan korkarak değil, bu hepimizin en doğal hakkı, önemli olan bunu telafi edebilmek.
-Hatalarımızı veya "aydınlanmalarımızı" telafi etmek için çok fazla acele etmeyelim, herşey zamanı gelince daha anlamlı bir hale gelecek, o zamanın geldiğini ve doğru anda harekete geçmemiz gerektiğini bileceğiz.

Eminim ki, içimizdeki kırıntıları takip etmek için "bir gün bir yerlerde gene" fırsatımız olacaktır. En azından ben buna inanıyorum artık...



12 Nisan 2010

Kimdi giden, kimdi kalan...

Kimdi giden, kimdi kalan
Giden mi suçludur her zaman
Ne zaman başlar ayrılıklar
Dostluklar biter ne zaman

Her geçen gün bir parça daha
Aldı götürdü bizden
Aynı kalmıyordu hiçbir şey
Değişiyordu her şey kendiliğinden

Artık çözülmüştü ellerimiz
Artık bölünmüştü yüreğimiz
Birimiz söylemeliydi bunu
Ötekini incitmeden

Kimdi giden, kimdi kalan
Aslında giden değil
Kalandır terkeden
Giden de bu yüzden gitmiştir zaten

M.M.

13 Şubat 2010

On-Standby

Bazen kendimi insanlardan öyle uzaklaştırmam gerektiğini hissediyorum ki; o anda kendi hayatımla olan bütün bağlarımı koparıp stand-by'a geçmek istiyorum. O gün işe gitmiycem, telefonu kapatıcam, msn yok, mail yok, facebook yok, dışarı çıkmıycam - çıkacaksam da kimseyle karşılaşmayacağım bir yere gidicem- evde kendi kendime vakit geçiricem, öbürkü gün hayatıma kaldığım yerden devam edicem.

İnsan; sadece kendine ihtiyacı olduğunu itiraf etmeli bazen ve kendi başına bir gün geçirme lüksünü kendine yaşatmalı diye düşünürüm hep. Bazı zamanlarda birşeyleri paylaşmak ya da insanlara kendimizi ifade etmek aynı anda bize birşey ifade etmeyebiliyor ve kelimelerle ruhumuzu sıkıcağımıza kendimizi salıvermemiz gerekebiliyor. İşte böyle zamanlarda yapılabilecek en iyi şeylerden bir tanesi de bence; sadece tek başımıza kalabileceğimiz yerlere, mekanlara kaçmak, ama bunu yaparken de içeride neler olup bittiğini iyice anlamak lazım ki; geriye döndüğümüzde kaldığımız yerden sağlıklı bir şekilde devam edebilelim. Yoksa yaptığımız şeyin bu sefer kendimiz için bir anlamı kalmayacak ve hatta yarardan çok zarar sağlayacaktır.

Hayatımızı askıya alma fikri kulağa ne kadar güzel geliyor di mi? Bence bunu herkes hayatında en az bir kere denemeli. Bana kalırsa arada kendinize bu iyiliği yapın, eminim bir zararını görmeyeceksiniz.


Farkında Olmak...

Şöyle geriye yaslanıp gözünüzü bir an için kapamanızı ve sonra gözlerinizi açıp etrafınıza bakmanızı istiyorum; nasıl bir hayat sürdüğünüzü gözünüzün önüne getirin. Şu zamana kadar nelerin olmasını istediniz ya da beklediniz de ne kadarı gerçekleşti? Sizi kuşatmış olan ve mutluluk diye adlandırdığımız soyut fanusun ne kadar içinde olduğunuzu, o fanusun ne kadar büyük olduğunu düşünün. Sizi sürekli olarak o fanusun içinde tutan şeyleri düşünün. Ailenizi, arkadaşlarınızı, sevgilinizi, işinizi, hobileriniz neyse artık; hayatta kendinizi daha iyi hissetmek için tutunduğunuz şeyleri düşünün. Şimdi asıl sorum şu; peki o tutunduğunuz şeylerin sizdeki önemini onlara hissettirebiliyor musunuz? Ya da izin verin şöyle ifade edeyim; onlar sizin için ne kadar önemli olduklarının farkındalar mı? Bunu onlara ne kadar hissettiriyorsunuz?

Bazılarımız hayatlarını gerçekten çok dolu yaşarlar; sevgi ve saygı değer ailelere, kucak dolusu arkadaşlara, hayatında kendini hep mutlu tutacak meşgalelere sahiptirler. Ama herkes o kadar şanslı olmayabiliyor işte. Sorunlu aileler, menfaatçi arkadaşlar, riyakar sevgililer tarafından boğulan insanlar etrafımızda bolca bulunmakta... İşte o insanların en büyük hayat ışıklarından biri bizlersek eğer, onlara bunun farkında olduğumuzu göstermemiz gerek, çünkü güzel hayatlarımızda bizi rahatsız eden birşey olmadığı sürece o rahatsızlığın üzerine gitmek bizim genlerimizde yok. Artık bundan kurtulmamız gerek, sevdiğimiz, değer verdiğimiz insanlara bunu ispat etmemiz gerek. Bunlar çok zor şeyler değil gerçekten; bir telefon, bir mesaj, 2 satır birşeyler karalamak bile o insanların hayatlarında ne büyük değişimlere yol açabilir bunu unutmamamız lazım... İtiraf ediyorum ki; ben de bazen bu duyguyu unuttuğum olmuyor değil, kendimi nehrin akışına öyle bir bırakıyorum ki nereden çıktığımı bile anlamıyorum. Ama emin olun o nehirde yüzmeyi bilmeyenler de var ve belki de sadece bizim el uzatmamızla hayatta kalabilecekler. Onlardan bunu esirgemeyin. Onlara sadece 5 dakika ayırabilseniz; ne kadar mutlu olabileceklerini kendiniz de göreceksiniz.

Kısacası; 5 dakika ile bir çok şeyi değiştirebiliriz. Günde sadece 5 dakika farkında olmak bizi yıkmaz, ama herkes biz değiliz bunu lütfen unutmayın...


20 Ocak 2010

Çok güldük, ağlamayalım!

Buraya yazı yazmayalı tamı tamına 50 gün olmuş. Koskoca 50 (yazıyla elli) gün! Arkama dönüp bakıyorum da geçen 50 günde neler oldu, neler değişti diye; çok fazla bir şey göremiyorum. Sanki olduğum yere geri dönmüşüm. Tabii ki bu zaman içinde bir çok şey yaşadım ettim ama sanırım bunların hiçbiri benim neden 50 gün boyunca blog yazmadığımı açıklamıyor. Beni kış çok geriyor sanırım. O güneşsizlik, o soğuk hava, o yağmur-rüzgar kombosu beni bunalımın eşiğine getirip götürüyor. Sabahın köründe uyanıp o soğukta yollara düşmek, gene hava kararınca servise binip eve geri dönmek, 2-3 saat oyalanıp gene yatağa girme döngüsü beni ister istemez iyice yormaya başladı. İnanın içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Aralık ayının başında müzik olaylarına sardım o da beklemede şu an. Ne spora gidiyorum, ne elime gitar alıyorum. Biraz silkinip kendime gelmem lazım artık... Ve bunun için de en doğru yolun gene blogtan geçtiğini düşünüyorum. Bir yerlerden başlamak lazım zaten. Fresh-start her zaman iyidir!

Bu zaman dilimi içinde ben birşeyi daha anladım; ben hayatta melankoliden besleniyomuşum. Benim müzikal birşeyler üretmeye iten, anlamlı yazılar yazmamı sağlayan hayatımda duygusal yoğunluk içinde bulunduğum noktalarmış. Şu anda da onlardan biri içinde olduğum için bloguma 4 elle sarıldım sanırım. Neyse önemli olan sonuç zaten, ama önce biraz gülelim, ağlatacak konuları ileriki yazılara bırakıyorum.

Pek bir sevgili ve porsuk arkadaşım Aysu Akıncı ile beraber başlattığımız "Yurdumdan Star Wars Manzaraları" temalı fotoğraf çalışmamıza hızlı ama kısa bir giriş yaptık, biraz kafa yorup fikir çarpıştıralım yenilerini de ekleyeceğiz, şimdilik bunlarla yetinin, umarım beğenirsiniz.












White Vader-
Luke! join me and together we can rule the galaxy!
Darth Vader- Kimsin lan sen beyaz peynir?
White Vader- Special editionım lan ben, ne oldu beğenemedin mi?
Darth Vader- Sen dur şimdi göstericem ben sana özel üretimi...












Darth Vader-
Ahan da sana özel üretim!
White Vader- Dur lan napıyosun karayılan?!
Darth Vader- İstediğin bu değil miydi lan krem peynir! Al bakalım o lightsaberı alabiliyor musun görelim.
White Vader- Sana boşuna sith lordu dememişler, iblis dölü!
Darth Vader- Ha şunu bileydin...












Stormtrooper1-
Ya bi dur a.k. amonyaktan beynim döndü şerefsizim, bi atıyim içimden şu mereti, zaten isilik oldum şu kıyafetin içinde yemin ederim ki...
Stormtrooper2- İşe lan işte benle ne alakası var eueheueheheue
Stormtrooper1- E o lightsaberı götüme değdirirsen bırak işemeyi, içime doğru sıçıcam! İyi ki Darth Vader sizin gezegenden, arada takılman için veriyor şu kılıcı, onda da gram akıl olsa vermez ya, dark side'ın pici...
Stormtrooper2- Vader beni ileride sith lord yapar mı acaba?
Stormtrooper1- Haa yapar yapar, koskoca galakside senden iyi sithi nereden bulacak, kodumun ampülü...

















Clonetrooper1-
Klonsam günahım ne abi, ben de seviyorum!
Clonetrooper2- Ohooooo, Fikirtepeden adam klonlarsan olacağı bu işte, yapma canım, yapma kardeşim bak mundar ettin V-Wingi.
Clonetrooper1- Aşkımı tüm galaksi görsün istedim be ağbii, çok mu?!
Clonetrooper2- Çok değil de o sith saberını birisi görürse ikimizi de o geminin kanadına oturtup galaksi galaksi gezdirirler, haberin ola!
Clonetrooper1- Sen sevgiden ne anlarsın lan Dolly!
Clonetrooper2- Senin anladığın kadar...